AKBANK 6.KISA FİLM FESTİVALİ

Akbank Kısa Film Festivali'nin ilk yılından bugüne, kısa filmin öneminin altını çizmeye, üretimin, bilginin paylaşıldığı bir platform oluşturmaya öncelik verdiğimizi söyleyebilirim. Bu yıl açtığımız "Deneyimler" adlı yeni bölümde engin bir kısa film kültürüne sahip olan "Patrice Carré" yi festivalde ağırlayacağız.. Patrice Carré'nin Canal +'a ait CinéCinéma kanalında kısa metraj filmlerle ilgili yaptığı programı ve bu program için her yıl 140 civarı kısa filmi satın alması oldukça etkileyici. Kısa filmlerin televizyon kanalları tarafından satın alınıp gösterilmesi, örnek bir anlayışın yansıması. Patrice Carré, "Kısa Filmin Kitleye Ulaşmasında  Yöntem ve Kriterler" başlığında bir söyleşi ve "La Femme Qui A Vu L'ours"  adlı kısa filmi ile festivalde yer alacak, birikimlerini sinema severlerle paylaşacak.

Festival Kısaları bölümünde yer alan filmler arasından en iyi film ödülünü belirlemek bu yıl jüri üyelerini oldukça zorlayacak gibi görünüyor. Filmlerin kalitesi Türkiye'de genç sinemanın yükselişini doğrular nitelikte. Filmlerde teknik kalitenin yüksekliği, anlatım biçimlerindeki sadelik, farklı konuların ele alınması ve profesyonel ekip ve oyuncuların kısa filmlerde yer alması yalnızca ilk bakışta görünenler.

"Uluslararası Bölüm" de  Clermont-Ferrand, Cannes, Rotterdam, Montpellier ve Kahire Film Festivali gibi dünyanın saygın festivallerinde yer alan önemli kısa filmleri izleyip festivale davet ederek iyi örnekleri bir araya getirmeye çalıştık. Diploma, Ciao Mama ve Promenade, bu bölümün etkileyici filmlerinden bazıları.

"Belgesel Sinema" bölümüne bu yıl Hasan Özgen konuk oluyor. Belgeselleri, ile önemli başarılara imza atan yönetmen, eserleri ve "Belgesel Sinema Üzerine" başlıklı bir söyleşi ile festivale derinlik getiriyor...

"Kısadan Uzuna" bölümü bu yıl Barış Pirhasan'ı ağırlıyor. Sinemaya kısa filmle başlayan ve uzun metraj filmlerle yolculuğuna devam eden başarılı yönetmenin öğrencilik döneminde çektiği kısa filmlerinin yanı sıra ilk uzun metraj filmi "Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal" da festivalde gösterilecek önemli filmler arasında. Barış Pirhasan'ın "The Hitch", "Things of No Importance" ve "Gül ile Adem" adlı kısa filmleri ve "Kısadan Uzuna" bölüm söyleşisi festivalin ilgi çekici bölümleri arasında.

"Özel Gösterim" de bu yıl İspanya'dan Kısa Filmler mercek altına alındı. Bu bölümdeki favorim"Lágrimas En El Café" adlı kısa film.

Söyleşiler ve atölye çalışmaları, sinema sektöründeki tecrübeli isimlerin deneyimlerini kısa film severlere aktarmalarını sağlayacak. Dünyanın dört bir yanından gelen canlandırmalar bu yıl yine festivalin en renkli bölümleri arasında.  İyi Seyirler!

Selim Evci

Festival Yönetmeni


Sessiz Şehirler 6 Şubat'ta Akbank Sanat Kafe'deydi

NAGEHAN USKAN

20'li yıllardan farklı şehir görüntüleri, kimi zaman basit, kimi zaman radikal ve yamuk bakışlarla, şiirsel, fantastik, sürralist, komik ve biraz da futuristik öğelerle Kahve ve Sinema etkinliklerinin Sessiz Şehirler seçkisinde bir araya geliyor.

Filmlerdeki görüntüler aynı zamanda dönemlerinin gündelik yaşantılarının içine karışmak adına fazlasıyla önemli kaynaklar.

İşte karşımızda Birinci Dünya Savaşı sonrası Paris'i. Paris'in gözleri bir şeylere karşı kapalı. Paris uyuyor. Onu uyandırmalı mı, yoksa derin uykusuna bırakıp onunla dilediğince oynamalı mı? İşte bu noktada René Clair başlar eğlenmeye. Uyuyan Paris'le önce özgürlük taleplerini gerçekleştirecek biçimde oynar, sonra birkaç deneme-yanılmadan sonra onu uyandırmayı başarır.

Clair'in 1925 yapımı filminde bir sabah Eyfel Kulesi'nde uyanan bir genç, şehirde uyanık tek bir kişi bile göremez. Marsilya'dan uçakla gelen bir grup 'şamatacı' dışında. Donmuş Paris manzarası karşısında şaşkına dönen bu grup bulundukları durumun tadını çıkarmaya koyulurlar. Koca şehir özgürlük alanları olmuştur daha ilk adımlarıyla. Araba kullananlar, gezintiye çıkanlar hepsi uyuyakalmış; bir hırsızı yakalamak üzere olan bir polis, suçluya dokunamadan donmuştur. Bu uyuyan şehir manzaraları arasında en eğlenilesi, en oynananası, en tahrip edilesi; bir burjuva eğlencesidir hiç kuşkusuz. Şaraplar, takılar elde oyuncak olur, paralar sahiplerinin ceplerinden çıkarılır, havalarda uçuşur, değersizleştirilir. Bir burjuva alanı uyanık kalmış bir grubun kendince, kendi kurallarıyla oyunlarına sahne olur. Derken şehri uyutanın, bir bilim adamının hatalı bir deneyi olduğu anlaşılır, şehir uyandırılır.

Eyfel Kulesi'ne giriş parası ikinci güne yetemeyeceğnden tek günde bitirilmek zorunda kalınan kule çekimlerindeki yukarıdan, alışılmadık şehir görüntüleri, aniden süratlenen, yavaşlayan, en sonunda gerçek kaotik  ve ama yine hızlı ritmine dönen sahnelerle, kaderi bir makineye bağlı olan şehir hikâyesiyle Paris Qui Dort İtalyan futuristlere şapka çıkarır niteliktedir. Ama asıl önemlisi, bu film yaklaşmakta olan Dadacı oyunların –ki René Clair de bunun en önemli parçalarından biri olacaktır- habercisidir.

Dziga Vertov 1929 yapımı Film Kameralı Adam'ıyla birçoklarının hayatını, sinema algılayışını değiştirdi. Bunlardan biri de Avrupa kıtasından, anarşist bir ailenin çocuğu, bir anarşist: Jean Vigo. Estetik ve ideolojik bakışını Vertov'la inşa edip, rüyalara olan düşkünlüğünü Bunuel'in sürreal anarşizmine yanaştırır. Vertov'dan tam bir yıl sonra kamerasını kendi şehri Nice'e tutmak ister. Görüntü yönetmenliğini yapan kişiyse Vertov'un havasını solumakla kalmamış, onunla kan bağı olan bir isim: Boris Kaufman, Vertov'un erkek kardeşi. Vigo'un kısacık ömrü gibi kısacık sürecek olan sinema kariyerinde, dört yıla sığdırdığı dört bin metre pelikülde belki de en önemli izi olan unsurlardan.

Şehre bir de böyle bakar Vigo. İçselleştirdiği özgürlükçü düşünceyi sinemasına sızdırır, dünyasında uzak durduğu, çatıştığı kurumsal, kurumsallaştırıcı, kalıpçı, kısıtlayıcı ne varsa, sinemadaki tekabülünü de öyle uzak tutar. Sinemada özgürlük, sinemanın özgürlüğü, işte, tüm mücadelesi. Bu ilk filminde 24 yaşındaki Vigo, 'bayağı zevk'lere yönelik alışkanlıkları mide bulandıracak dozda ard arda montajlayıp sıradanlıklarından sıyırır, groteskleştirir, küçük metaforlarla burjuvaya ve karşı olduğu kurumlara taşlarını bir bir atar. Süs köpeğine dönüşen burjuva kadınları ve devekuşuna dönüşen tüylü şapkaları, eşeğe dönüşen papazlar ve niceleri. Farkındalk yarattıracak toplumsal bir sinema arayışındaki Vigo buna yolda 'saygısızca' aşağılamaktan çekinmez. Sürrealizmle belgeseli bir araya getiren A Propos de Nice, Vigo'nun kızgın, ince, hayalsever ruhundan kalan en anlamlı anılardan biridir.

Akbank Sanat Kafe'de 6 Şubat Cumartesi Saat 19.15'de sırasıyla Paul Strand'dan ilk Amerikan avangardı olarak bilinen Walt Whitman dizeleriyle süslü, fotografik bir Manhattan, René Clair'den uyuyan bir Paris, Joris Ivens'den yağmurlu ve pek şiirsel bir Amesterdam, Jean Vigo'dan yamuk bir Nice; ve hepsinin ruhuna inen Alper Maral ve müziği olacak.

*Yazı 5 Şubat 2010 tarihinde Birgün Gazetesi'nde yayımlanmıştır.