AKBANK 7.KISA FİLM FESTİVALİ


AKBANK 7. KISA FİLM FESTİVALİ BAŞLIYOR!

Akbank 7. Kısa Film Festivali 7 Mart Pazartesi 2011 tarihinde kısa filmler, atölye çalışmaları ve söyleşilerle dolu keyifli bir programla başlıyor.

Festival’e başvuran 430 filmin arasından oluşturulan yarışma ve yarışma dışı bölümlerin yanı sıra; Festival’in “ULUSLARARASI BÖLÜMÜ’’nde Almanya, İsrail, Yunanistan, Avustralya, İngiltere, Finlandiya, İran, ABD, Kanada, Brezilya, Singapur, İsveç ve İspanya’dan gelen bol ödüllü kısa filmler sinemaseverlerle buluşacak.

Festivalin “DENEYİMLER” bölümü, kısa film alanında yapımcılık, yönetmenlik, senaristlik ve oyunculuk yapmış çok yönlü ve yetenekli bir ismi Karine Blanc’ı konuk ediyor. Paris'te yaşayan sanatçının Festival kapsamında üç kısa filmi gösterilirken, ayrıca sanatçının deneyimlerini aktaracağı bir de söyleşi gerçekleştirilecek.

Festivalin “KISADAN UZUNA” bölümü ise; Seyfi Teoman'a ayrıldı.Kısa filmle başlayan ve uzun metraj filmlerle sinema serüvenlerine devam eden genç ve başarılı yönetmenin “Apartman” adlı kısa filminin yanı sıra, ilk uzun metraj filmi “Tatil Kitabı” da Akbank 7. Kısa Film Festivali kapsamında seyircilerle buluşacak. Ayrıca “Kısadan Uzuna” başlıklı söyleşide Seyfi Teoman sinema serüvenini kısa filmcilerle paylaşacak.

Sinemaseverler, Festival’in “BELGESEL SİNEMA” bölümünde ise, çektiği filmlerle önemli başarılara imza atmış Pelin Esmer’in“Oyun”ve “Koleksiyoncu” isimli belgesellerini izleme imkanı bulacak. Ayrıca Pelin Esmer,  belgesel serüvenini Akbank Sanat’ta gerçekleştirilecek bir söyleşiyle kısa filmcilere aktaracak.

CANLANDIRMA KISALAR” bölümünde, festival komitesinin davet ettiği ve önemli ödüllere sahip; Finlandiya, Türkiye,  Polonya, İspanya, Srilanka, İsveç, Almanya, Japonya ve Litvanya' dan 16 canlandırma kısa film örneği yer alıyor.

“ÖZEL GÖSTERİM” bölümünde ise Murat Şeker imzalı "Türk Gibi Başla Alman Gibi Bitir" ve Serkan Yıldırım'ın yönetmenliğini yaptığı "Ellerdeki Zaman" filmleri izleyicilerle paylaşılacak.

Akbank 7. Kısa Film Festivali jürisi, her yıl olduğu gibi bu yıl da üç farklı kategoriden oluşuyor. Festivalin, 286 filmin başvurduğu “Festival Kısaları” bölümüne katılan eserler; Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Melis Behlil, yönetmen Murat Şeker,  yönetmen Melisa Önel’den oluşan ön eleme jüri kurulu tarafından değerlendirildi.

Festivalin “En İyi Kurmaca Film”ini belirleyecek Kurmaca Kategorisi Jüri Kurulu; fotoğraf sanatçısı ve yönetmen Ebru Ceylan, oyuncu Lale Mansur, yönetmen Seyfi Teoman, Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı'dan oluşuyor.

En İyi Belgesel Film”i belirleyecek Belgesel Kategorisi Jüri Kurulu’nda ise; bu yıl yönetmen Pelin Esmer, yönetmen Selim Evci,yönetmen Mehmet Eryılmaz, İz Tv kurucularından yapımcı ve yönetmen Vedat Atasoy ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı yer alıyor.

Jüri kurullarının festival sürerken yapacakları değerlendirmenin ardından, Festival’in ödül töreni sırasında “En İyi Kurmaca Film”  8.000 TL, “En İyi Belgesel Film” 8.000 TLile ödüllendirilecek.

21 ülkeden 92 film, söyleşiler ve atölye çalışmalarının yer alacağı Akbank 7. Kısa Film Festivali’nin 10 gün boyunca herkese kapısı açık olacak ve tüm etkinlikler ücretsiz olarak Akbank Sanat'ta izlenebilecek. Ayrıca Festival boyunca bütün filmler Akbank Sanat’ın kafesinde eş zamanlı olarak gösterilecek.

Akbank 7. Kısa Film Festivali hakkında daha detaylı bilgi almak için www.akbankkisafilm.com ve www.akbanksanat.com adreslerini ziyaret edebilirsiniz.

Etkinliklerle ilgili ayrıntılı bilgi ve daha fazla görsel için:

Strateji Tanıtım Burcu Çelik burcuc@strateji.com 0212 275 01 45 Dahili: 16

Strateji Tanıtım Hacer Kalay hacerk@strateji.com 0212 275 01 45 Dahili:18


1990-2010 Sun-ra Arkestra İstanbul’da

Sinan Odabaşı

Sun-ra Arkestra grubuna, 20. Akbank Caz Festivali kapsamında İstanbul'da bulundukları birkaç gün boyunca çevirmenlik ve eski tabirle mihmandarlık yaptım. Bu "big band"in 1 Ekim Günü CRR Konser Salonu'ndaki konserinin tarihsel önemi, yalnızca Akbank Caz Festivaliyle sınırlı değildi. Bu konser aynı zamanda İstanbul'un, özellikle Beyoğlu civarında toplanmış bulunan müzikal alanın son 20 yıl içerisinde geçirdiği büyük dönüşüm açısından simgesel bir öneme sahipti; hem CRR'deki konser, hem de genel olarak Arkestra'nın 2010 güzündeki İstanbul seferi. Bu simgesel önem Arkestra'nın, birçok insanın Babylon'un duvarındaki posterden haberdar olduğu, kimilerinin de bu posterden anımsadığı, 1990 yılının Nisan ayındaki İstiklal Caddesi konserinden kaynaklanıyor.

Arkestra'nın İstanbul seferi, benim açımdan yorucu bir günle başladı. Grubun üyeleri İstanbul'a aynı günde ancak, çeşitli yerlerden ve çeşitli uçaklarla geldiler. Rehber ve çevirmenleri olarak da benim ilk görevim 30 Eylül Perşembe Günü, sabah dokuzdan akşam altıya kadar 4-5 defa havalimanına gidip gelmem oldu. Grup üyelerinin Yeşilköy'den Beyoğlu'na transferleri, grubun lideri Marshall Allen ve arkadaşının, gümrükten geçerken birbirlerini kaybetmeleri gibi küçük bir sorun dışında, her zamanki gibi devam ediyordu. Grupta alto saksafon çalan Knoel Scott'un, uçağının inmesinin üzerinden bir buçuk saat geçmiş olmasına rağmen, gümrük kapısından çıkmayışı ise beni endişelendirmeye başlamıştı. Grubun Alman menajerini aramam üzerine, son derece rahat bir ses tonuyla aldığım, "muhtemelen yanında vize parası yoktur, o yüzden geçemiyordur" yanıtı, beni rahatlamak bir yana, daha da endişelendirdi. İki saate yakın bir süredir Knoel'i beklemekte ve artık bir şekilde gümrük bölgesine girmem gerektiğini düşünmeye başladıktan sonra, Knoel çıkageldi. Merakla sordum, yolunda gitmeyen bir şey mi oldu diye. "You damn' right something went wrong" diye yanıtlayarak anlatmaya başladı. Gerçekten de, yanında vize parası yokmuş ve bir ABD vatandaşı olarak vize ödemesi gerektiğini bilmiyormuş. İmdadına, kendisi gibi sırada bekleyen bir başka yolcu yetişmiş, 20 ABD doları (yani vize ücreti) karşılığında bir CD'sini satın almış. Günün ilerleyen saatlerinde Knoel Scott'un, tamamı kendi bestelerinden oluşan ve Alaska'da kaydedilen bu albümünden, biraz da dayatma yoluyla, ben de bir tane satın aldım; kendilerini havalimanında beklemiş olmam, bana bir miktar indirim yapmalarını da sağladı.

Aslında bu durum, ilginç bir caz anekdotu olmasının ötesinde, göz ardı edilmemesi gereken bir gerçekliğe de işaret ediyor. Avukatlar, öğretmenler, banka memurları gibi birçok meslekte de olduğu üzere, dünyadaki müzisyenlerin küçük bir azınlığı kayda değer bir zenginliğe sahipken, baskın çoğunluk ise ailelerine bakmaya, faturalarını ödemeye ve karınlarını doyurmaya çalışıyor. Bu işi yaptığım yıllar boyunca, turnelerde cebinde son derece mütevazı miktarlarda parayla gezen birçok müzisyene rastladığımı da rahatlıkla söyleyebilirim. Arkestra üyelerinin de durumu farklı değil. Grubun lideri ve 86 yaşını sürmekte olan büyük müzisyen Marshall Allen, ABD'nin Philadelphia kentinde bulunan ve Arkestra üyelerinin de bir kısmının yaşamlarını sürdürdüğü "Müzik evi" nin, neredeyse bütün masraflarını karşılamayı üstlenmiş. Bana bu bilgileri aktaran Allen'in arkadaşı Cornelia, bir süredir evin damının aktığını ve gerekli tamiratları bir türlü yapamadıklarını söyledi.

İstanbul'da oldukları ilk gün dinlenen Arkestra üyeleri, ikinci gün farklı gruplar halinde, otellerinin civarında bulunan müzik dükkânlarını ve Kapalı Çarşı'yı gezdiler. Grubun 1990 İstanbul kadrosunda da yer alan ve meşhur posterdeki rastalı saçlarıyla dikkat çeken, aynı zamanda grubun en konuşkan üyesi olan Brezilyalı Elson Nascimiento-Pele ile aynı soyadına sahip!- Senegalli müslüman arkadaşlarına seccade alması da, dünyanın küçük bir yer olduğuna dair güzel bir örnek oldu.

Aynı zamanda oldukça konuşkan bir insan olan Elson bu özelliğini, Asmalımescit yöresinde dolaşırken her şeyin ne kadar da değiştiği ve geliştiği yönündeki izlenimlerini uzun uzadıya anlatırken kanıtlamıştı. Asmalımescit mahallesinin Babylon öncesi ve sonrası olarak bir ayrıma tabi tutulabilecek bir yakın tarihi olduğu, en azından bundan 11 yıl önce Babylon'un kuruluşunun bu tarihte önemli bir dönüm noktası olduğu herkesin malumu. Benim dikkatimi çeken bir değişim de, Arkestra'nın 1990 konseri fotoğraflarına biraz dikkatle bakıldığında fark edilebilmekte. Konser kamyonunu takip eden kalabalığa bakıldığında, belirgin bir erkek nüfus yoğunluğu göze çarpıyor. Bugünlerde Beyoğlu'nda, Türkiye'nin bu önemli kültür-sanat bölgesinde yürüyenlere, konserlere gidenlere bakıldığında ise, kadın-erkek oranının önemli ölçüde dengelendiği görülebiliyor.

Arkestra'nın İstanbul seyahatinin müzikal açıdan değerlendirilmesini, konserlere gelen dinleyicilere bırakıyorum. Bu konuda aktarmak istediğim not, CRR'deki konserden ziyade, iki gece üst üste Babylon Nublu'da gerçekleştirdikleri "jam session"larla ilgili. Özellikle ilk gece, hafta içi olmasına ve daha önceden duyurusu yapılmamasına rağmen, kalabalık bir dinleyici grubunun toplanması etkileyiciydi. İkinci gece, yani CRR konserini takip eden gece ise zaten salon tıklım tıklımdı. Daha etkileyici olan ise, özellikle CRR konserinden sonraki ikinci "Jam"de, çalmayı ancak, saat 03.00'ü geçtikten sonra ve dönüş için havalimanında olmaları gereken saate 4-5 saat kala bırakmalarıydı. Ben de çok yorulmuştum, ancak genç-yaşlı müzisyenlerin bu enerjileri karşısında bu yorgunluğu pek hissetmediğimi söyleyebilirim. Bir not da yeni çehresine bürünen Babylon Nublu ile ilgili olsun. Sun-ra Arkestra üyelerinin "jam session"ları için toplanan ilgili ve kalabalık dinleyici kitlesi, iyi müzik dinlemek isteyen ancak bilet almaya her zaman parası olmayan müzikseverler için, bu tarz ücretsiz etkinliklerin iyi bir seçenek olabileceğini gösteriyor. Tam da Asmalımescit gece hayatına müzikten ziyade, değil oturmanın, zaman zaman yürümenin bile zorlaştığı bir izdihamın hâkim olmaya başladığı günümüzde, gerek müzikseverler, gerekse organizatörler tarafından es geçilmemesi gereken bir seçenek.


DOMINIQUE

Olgay Karagöz

İstanbul'un Ritmi (Rhythm of İstanbul) sergisi Akbank Sanat'ta açıldı. Küratörlüğünü Gisela Winkelhofer'in yaptığı sergi altı uluslararası medya sanatçısını biraraya getiriyor. Akbank Caz Festival'nin 20. yıldönümüne paralel olarak düzenlenen sergide ritim, ses ve ışık ögelerini kullanan çalışmalar dikkat çekiyor. Serginin giriş katında bulunan "Dominique", aynı isimli dansçının simule edildiği, farklı dans figürlerini izlediğiniz, boyutu ve akışkanlığı hissettiren, performansçının hareketlerinin lazerle yansıtıldığı bir ışık heykel. Çalışmanın sahibi Stephan Reusse ile İstanbul, "Dominique" ve sanat-teknoloji ilişkisi üzerine kısa bir görüşme yaptık.

Olgay Karagöz: "İstanbul'un Ritmi" sergisi için geldiğiniz İstanbul'u nasıl buldunuz, ritmi hissedebildiniz mi?

Stephan Reusse: İstanbul'a daha önce bir kaç sefer gelmiştim. Her gelişinizde algıladığınız değişim inanılmaz, burası gerçekten değişimin hiç durmadığı bir şehir. İstanbul'un diğer metropollerele karşılaştırılamayacak kadar kendine özgü ve özel bir ritmi olduğunu düşünüyorum. Şehirden muazzam bir büyü ve iyimserlik fışkırıyor, sokaklardaki enerjiyi hissedebiliyorsunuz. Bu enerji potansiyeli sanatsal yaratıcı süreçlerin ortaya çıkabilmesi için çok ilham verici.

O.K: Çalışmanıza adını veren "Dominique" kimdir ve bu çalışmadaki rolü nedir?

S.R: Dominique Mercy bir dansçı ve aynı zamanda Pina Bausch dans topluluğunun sanat yönetmeni. Dominique ile birlikte performatif bir ışık-heykelin ve dansın biraraya geldiği bir kareografi hazırlamıştık. Bu sergide yer alan çalışma, performansçının hareketli hatlarının lazerle yansıtıldığı bir ışık heykel. Dansçının hareketleri müziği simule ediyor ve belirsiz hatıraların uyanık kalmasını sağlıyor. Zaten çoğu çalışmamda ikonlar ve bellek görüntüleri üzerinde duruyorum.

O.K: "Dominique" izleyici üzerinde nasıl bir etki bırakıyor?

S.R: Bu bir simulasyon. Gördüklerimiz, gördüğümüz anda bir anıya dönüşür. Belleğimiz bu görsel bilgileri gerçek simgelerle özdeşleştirir, deneyimlerine dayanarak bir resim ortaya çıkarır. Çizgilerden kalan izler, kısmen soyut simgeselliklerinde belleğimize gerçekmiş gibi yansır.

O.K: Çalışmalarınızda teknoloji ve sanatın nasıl bir ilişkisi var?

S.R: "Dominique" bir ışık heykel olmak zorunda. Bu fikir için teknik olanakların gelişmiş olması gerekiyor. Teknoloji bir taraftan kendi yolunda ilerlerken diğer taraftan medya sanatlarına nüfuz ederek onun gelişmesini ve değişmesini hızlandırıyor. Teknikerlerin ve bilişimle uğraşanların birlikte çalışması sanat yapıtının ortaya çıkma sürecinin bir parçası haline geldi. Bir objeye farklı şekilde yaklaşan, birbirleriyle iletişim halindeki farklı elemanların biraraya geldiği kollektif bir çalışma ortaya çıkıyor. Teknoloji aşamalarındaki düşünce biçimleri, ortak görüntüyü bulma süreçlerinde bir soyutlama olarak ortaya çıkıyor. Vektörizasyon-bu teknik daha az pikselli görüntüden çok farklı- imajlara tek ve yeni bir dil katıyor. Teknoloji transferleriyle sanatçının algısı ve sanatı yaratım süreçleri de değişiyor. Medya sanatları için çok geniş imkanlar var önümüzde.

6 Ekim 2010 tarihli Birgün Gazetesi'nde yayımlanmıştır.