İPEK DUBEN İLE SERGİSİ HAKKINDA KONUŞTUK

Olgay Karagöz: Serginizin bir seçki olmasından başlayalım, eserlerinizin, sizin için seçilme ve sergiye dahil olma kriterleri nelerdir? 

İpek Duben: Seçkinin bağlamı zaten adında var; “Sanatçı Kitapları ve Yerleştirmeler”. Bu seçki; kavram etrafında bir seçki. Sergi beş odadan oluşuyor; beş odanın dördü, bir biçimde, sanatçı kitabı diye tanımladığımız eser tipi. Beşinci oda da “LoveBook” kitabının ve yerleştirmesinin ikiz yerleştirmesi olan “LoveGame” var. Orada bir kitap formatı yok, ama onlar ikiz, çünkü kullandığım malzeme aynı, aynı kaynaktan birbirini tamamlayan işler.

O.K: Bu seçkinin içine giren işlerin mesaj boyutunda birbirleriyle nasıl bir bağlantıları var?

İ.D: Birbirleriyle konu itibariyle bağlantılı oldukları için seçilmedi. Bunlar kavram ve format olarak, sanatçı kitapları ve yerleştirmeler oldukları için seçildi. Benim bu işlerimde sosyal ve siyasi bazı eleştiriler var. “Farewell My homeland” zorunlu göç konusunu işliyor. “LoveBook” aile içi şiddet, cinayet, töre cinayetleri, namus cinayetleri, çocuk suistimalleri gibi bir konuları işliyor. “What is a Turk?”  Türk kimliği üzerinden ırkçı ve önyargılı söylemleri işliyor. “Manuscript 1994”  kimlik üzerinden; ama benim kendi kimliğim üzerinden oluşturduğum sorular, öneriler, duruşları işliyor.

O.K: İşlenen konulara eleştiri getiriliyor mu, tespit mi yapılıyor, bu tespit dışında bir önermesi, bir bağlamı var mı?

İ.D: Peki, ben sana sorayım, 54 plakada 108 tane, aynı saikle işlenmiş cinayeti okuduğun zaman ne düşünüyorsun, bu bir öneri getiriyor mu sence?

O.K: Bu biraz gerçekle yüzleşme oluyor izleyici için, arka arkaya gözünüzün önüne bu şiddet örnekleri gelince yüzünüze tokat gibi iniyor.

İ.D: Belli bir gerçeği yaşayan seyirci etkileniyor, etkilenir, etkilenmeli, etkilensin diye zaten, bu işlerin tümü etkileme amaçlı.

O.K: Aile içi şiddet Türkiye’de yaygın olarak karşılaşılan bir vaka; bu durumu bir içselleştirme var sanki insanlarda?

İ.D: Acaba var mı? İçselleştirme ne kadar var? Ben bunu sorguluyorum. Sergiye gelen, yerleştirmenin içine giren insanlar acaba gazete okur gibi mi okuyorlar bu levhaları? Gazeteleri üst üste koyup bu haberleri orada görse o okumadan sonra hissedebileceği bilgilenme ile “LoveBook” odasına girerek bunları seyretmesi aynı şey değil.Tabii ki ben orada ilgisizlik değil, bilgisizlik değil, inkar değil, içleştirme duygusunu yaşatmak istiyorum. Onu da bir takım yöntemlerle yapmaya çalışıyorum, kullandığım ışığın özellikleri ve mekanın tanımı gibi.  Mesela orada uçsuz bucaksız bir mekan duygusu yaratılıyor. İçindeki ışıklar bir sorgulama odasını oluşturuyor. Dolayısıyla kişi böyle bir atmosfere girdiği zaman renkleriyle, ışık dozuyla, mekanın denetimi, biçimi ve mimarisiyle, bütünüyle bir olgunun içinde kendini buluyor. Onun içinde yaşamaya başlıyor, yerleştirme bu zaten. O insanların yerine kendini koymak durumundasın. Nasıl olacak bu iş? Kendin de sorumlu olduğun zaman ancak olabilir. Çünkü eğer cinayeti işleyen sen değilsen, hırsız olan, ırkçı olan sen değilsen, sen kendini onun yerine nasıl koyabilirsin? Sonuçlarını yaşayarak ancak.

O.K: Suçun toplumsallığına geliyor mesele o zaman. Toplum bu şiddetten sorumlu mudur ya da ne kadarından sorumludur?

İ.D: Burada üç büyük enstelasyonun müşterek kavramı. “Suçun toplumsallığı”. “Lovebook” “What is a Turk?” ve “Farewell My homeland”. Benim bir tür kendi gelişim sürecimi de gösteriyor bu sergi bütününde. Çünkü bu çizgideki ilk işim olan “Manuscript 1994” te, kendi kimliğim üzerinden sorgulamaya giriyorum. Kendimi tanıma ve kendi kimliğimin kökleriyle hesaplaşma… Diğer bütün yerleştirme ve kitaplarda da hesaplaşma var ama ben bu hesaplaşmayı ilk önce kendimle yapıyorum. Ben kimim, köklerim nedir, dinim nedir, inancım nedir, varoluş tarzım nedir, nerede yaşıyorum ve nasıl ilişki kuracağım? Bu sorularla başladım. Ondan sonra yaptığım iş aile içi şiddet, ondan sonra “What is a Turk?”, ondan sonra göç meselesi…

O.K: Sanatçı kitabına gelmek istiyorum. Sonuçta bu bir kitap ve bir mekanda saklanıyor. Bir galeride sergilenirken yerleştirmesi yapılıyor ve kendi formundan başka bir forma dönüşmüş oluyor, her sergiden önce bu yerleştirmeyi en baştan mı düşünüyorsunuz?

İ.D: Ne kadar değişebilir? Onu tabiî ki kontrol etmek istiyorum. Çünkü yaratmak istediğim atmosfer aynı atmosfer. O atmosfer size o anlamı yaşatacağı, o anlamı aktaracağı için önemli bir veri. Değişmeyen bir veri. Ama değişen veriler, mesela mekanın mimarisi farklı olabiliyor. Bu farklı mimariyi nasıl dönüştürebileceğiz? Mesela duvar gerekiyorsa yapıyoruz, ama yapamadığımız zamanlar olur. Mesela “Manuscript”i 1994’te Ankara Nev’de sergilediğim zaman şiirlerin olduğu ferman benim istediğim şekilde sergilenemmişti  Galeride bir merdiven boşluğu vardı, boşluktan aşağı doğru sarkıttık. Orada da iki katı birleştiren bir işlev gördü. Ama buradaki kadar bütünlük yaratamadık. Tabii belli ölçüde esnek olmak durumundasınız ama anlamı ne derece etkileyecek, o çok önemli. Kitapları kapalı olarak da sergilemek mümkün. Özellikle “LoveBook” bir çelik heykel-kitap oluyor. Sayfa sayfa çevirerek bakabiliyorsunuz.

O.K: Sanatçı kitaplarında kullanacağınız malzemeyi neye göre belirliyorsunuz?

İ.D: İçerik. Benim kendi kimliğimle uğraştığım “Manuscript”te format el yazması şeklinde. Son derece içten gelen ve içe dönen, çok yakın mesafede çalışılan bir iş. Yani masanın üzerinde elimle yaptığım işler ve elin kağıda dokunuşu, bütün o yakınlık, o iş için çok önemliydi.

O.K: Mesela fermanın geçirgen olması…

İ.D: O fermandaki transparan kağıdı plakalarda da kullandım. Plakalara yapıştırdığım kağıtlar hem saydam, deri gibi gözüküyor. O deri zaten iç ve dış, ruh ve madde gibi bir ayrıştırmayı da simgeliyor benim için. Dolayısıyla aynı kağıdı şiire de koydum, çünkü şiirde de kendi ruhsal duyarlılıklarımı ifade ettiğim için, orada saydamlık uygun düştü.

O.K: “Farewell my homeland” ın ipek malzemesi?

İ.D: Orada ölümü yakından görmüş, süreci yaşamış insanların fotoğrafları onlar. O şiddeti zarif ve tüy gibi bir bezin üzerine bastım. Çok değerli anılar gibi,  saklamak için. “Lovebook”ta ibret olacak bir şeyin kalıcılığı için, unutulmaması gerektiği için çelik kullandım. Deprem, yangın, felaket bile olsa çelik daha zor deforme olur, özellikle onu düşünerek yaptım. . “What is a Turk?”te batılıların getirdiği tanımlamalarla kartpostalları turistlere yönelik olarak tasarladım.

O.K: Batıya yönelik bir iş mi “What is a Turk?” ?

İ.D: Turistik çağrışımlı, çünkü orada Türkleri tanımlayan sözler tamamıyla batılıların sözleri, onları turistik formatta kullanmak uygun düştü.

O.K: Bunu başka bir ülkede sergilemekle Türkiye’de sergilemek arasında bazı farklılıklar olsa gerek?

İ.D: Aynı şey, Türkler de kendileriyle ilgili ne dendiğini, ne düşünüldüğünü biliyorlar. Bunlar bir takım gerçekler. Batılılar kendi söylediklerini okudukları zaman bir miktar utanç duyuyorlar. Adamlar gerçekten utanıyor ve sarsılıyorlar. Türklere gösterdiğim zaman bazıları hiç duymamış böyle şeyleri, şaşırıyorlar. Kimileri de kızıyor, zannediyorlar ki onları ben uydurdum. Oysa ki bunlar tamamen kitaplardan çıkma şeyler ve bizim de bilmemizde yarar var. Bundan sonra aslında böyle bir çalışmanın devamında Türklerin başkaları hakkında düşündükleri yapılmalı, Türklerin de ön yargıları var. Bir gün umarım yaparım.

İPEK DUBEN İLE SERGİSİ HAKKINDA KONUŞTUK

Olgay Karagöz: Serginizin bir seçki olmasından başlayalım, eserlerinizin, sizin için seçilme ve sergiye dahil olma kriterleri nelerdir? 

İpek Duben: Seçkinin bağlamı zaten adında var; “Sanatçı Kitapları ve Yerleştirmeler”. Bu seçki; kavram etrafında bir seçki. Sergi beş odadan oluşuyor; beş odanın dördü, bir biçimde, sanatçı kitabı diye tanımladığımız eser tipi. Beşinci oda da “LoveBook” kitabının ve yerleştirmesinin ikiz yerleştirmesi olan “LoveGame” var. Orada bir kitap formatı yok, ama onlar ikiz, çünkü kullandığım malzeme aynı, aynı kaynaktan birbirini tamamlayan işler.

O.K: Bu seçkinin içine giren işlerin mesaj boyutunda birbirleriyle nasıl bir bağlantıları var?

İ.D: Birbirleriyle konu itibariyle bağlantılı oldukları için seçilmedi. Bunlar kavram ve format olarak, sanatçı kitapları ve yerleştirmeler oldukları için seçildi. Benim bu işlerimde sosyal ve siyasi bazı eleştiriler var. “Farewell My homeland” zorunlu göç konusunu işliyor. “LoveBook” aile içi şiddet, cinayet, töre cinayetleri, namus cinayetleri, çocuk suistimalleri gibi bir konuları işliyor. “What is a Turk?”  Türk kimliği üzerinden ırkçı ve önyargılı söylemleri işliyor. “Manuscript 1994”  kimlik üzerinden; ama benim kendi kimliğim üzerinden oluşturduğum sorular, öneriler, duruşları işliyor.

O.K: İşlenen konulara eleştiri getiriliyor mu, tespit mi yapılıyor, bu tespit dışında bir önermesi, bir bağlamı var mı?

İ.D: Peki, ben sana sorayım, 54 plakada 108 tane, aynı saikle işlenmiş cinayeti okuduğun zaman ne düşünüyorsun, bu bir öneri getiriyor mu sence?

O.K: Bu biraz gerçekle yüzleşme oluyor izleyici için, arka arkaya gözünüzün önüne bu şiddet örnekleri gelince yüzünüze tokat gibi iniyor.

İ.D: Belli bir gerçeği yaşayan seyirci etkileniyor, etkilenir, etkilenmeli, etkilensin diye zaten, bu işlerin tümü etkileme amaçlı.

O.K: Aile içi şiddet Türkiye’de yaygın olarak karşılaşılan bir vaka; bu durumu bir içselleştirme var sanki insanlarda?

İ.D: Acaba var mı? İçselleştirme ne kadar var? Ben bunu sorguluyorum. Sergiye gelen, yerleştirmenin içine giren insanlar acaba gazete okur gibi mi okuyorlar bu levhaları? Gazeteleri üst üste koyup bu haberleri orada görse o okumadan sonra hissedebileceği bilgilenme ile “LoveBook” odasına girerek bunları seyretmesi aynı şey değil.Tabii ki ben orada ilgisizlik değil, bilgisizlik değil, inkar değil, içleştirme duygusunu yaşatmak istiyorum. Onu da bir takım yöntemlerle yapmaya çalışıyorum, kullandığım ışığın özellikleri ve mekanın tanımı gibi.  Mesela orada uçsuz bucaksız bir mekan duygusu yaratılıyor. İçindeki ışıklar bir sorgulama odasını oluşturuyor. Dolayısıyla kişi böyle bir atmosfere girdiği zaman renkleriyle, ışık dozuyla, mekanın denetimi, biçimi ve mimarisiyle, bütünüyle bir olgunun içinde kendini buluyor. Onun içinde yaşamaya başlıyor, yerleştirme bu zaten. O insanların yerine kendini koymak durumundasın. Nasıl olacak bu iş? Kendin de sorumlu olduğun zaman ancak olabilir. Çünkü eğer cinayeti işleyen sen değilsen, hırsız olan, ırkçı olan sen değilsen, sen kendini onun yerine nasıl koyabilirsin? Sonuçlarını yaşayarak ancak.

O.K: Suçun toplumsallığına geliyor mesele o zaman. Toplum bu şiddetten sorumlu mudur ya da ne kadarından sorumludur?

İ.D: Burada üç büyük enstelasyonun müşterek kavramı. “Suçun toplumsallığı”. “Lovebook” “What is a Turk?” ve “Farewell My homeland”. Benim bir tür kendi gelişim sürecimi de gösteriyor bu sergi bütününde. Çünkü bu çizgideki ilk işim olan “Manuscript 1994” te, kendi kimliğim üzerinden sorgulamaya giriyorum. Kendimi tanıma ve kendi kimliğimin kökleriyle hesaplaşma… Diğer bütün yerleştirme ve kitaplarda da hesaplaşma var ama ben bu hesaplaşmayı ilk önce kendimle yapıyorum. Ben kimim, köklerim nedir, dinim nedir, inancım nedir, varoluş tarzım nedir, nerede yaşıyorum ve nasıl ilişki kuracağım? Bu sorularla başladım. Ondan sonra yaptığım iş aile içi şiddet, ondan sonra “What is a Turk?”, ondan sonra göç meselesi…

O.K: Sanatçı kitabına gelmek istiyorum. Sonuçta bu bir kitap ve bir mekanda saklanıyor. Bir galeride sergilenirken yerleştirmesi yapılıyor ve kendi formundan başka bir forma dönüşmüş oluyor, her sergiden önce bu yerleştirmeyi en baştan mı düşünüyorsunuz?

İ.D: Ne kadar değişebilir? Onu tabiî ki kontrol etmek istiyorum. Çünkü yaratmak istediğim atmosfer aynı atmosfer. O atmosfer size o anlamı yaşatacağı, o anlamı aktaracağı için önemli bir veri. Değişmeyen bir veri. Ama değişen veriler, mesela mekanın mimarisi farklı olabiliyor. Bu farklı mimariyi nasıl dönüştürebileceğiz? Mesela duvar gerekiyorsa yapıyoruz, ama yapamadığımız zamanlar olur. Mesela “Manuscript”i 1994’te Ankara Nev’de sergilediğim zaman şiirlerin olduğu ferman benim istediğim şekilde sergilenemmişti  Galeride bir merdiven boşluğu vardı, boşluktan aşağı doğru sarkıttık. Orada da iki katı birleştiren bir işlev gördü. Ama buradaki kadar bütünlük yaratamadık. Tabii belli ölçüde esnek olmak durumundasınız ama anlamı ne derece etkileyecek, o çok önemli. Kitapları kapalı olarak da sergilemek mümkün. Özellikle “LoveBook” bir çelik heykel-kitap oluyor. Sayfa sayfa çevirerek bakabiliyorsunuz.

O.K: Sanatçı kitaplarında kullanacağınız malzemeyi neye göre belirliyorsunuz?

İ.D: İçerik. Benim kendi kimliğimle uğraştığım “Manuscript”te format el yazması şeklinde. Son derece içten gelen ve içe dönen, çok yakın mesafede çalışılan bir iş. Yani masanın üzerinde elimle yaptığım işler ve elin kağıda dokunuşu, bütün o yakınlık, o iş için çok önemliydi.

O.K: Mesela fermanın geçirgen olması…

İ.D: O fermandaki transparan kağıdı plakalarda da kullandım. Plakalara yapıştırdığım kağıtlar hem saydam, deri gibi gözüküyor. O deri zaten iç ve dış, ruh ve madde gibi bir ayrıştırmayı da simgeliyor benim için. Dolayısıyla aynı kağıdı şiire de koydum, çünkü şiirde de kendi ruhsal duyarlılıklarımı ifade ettiğim için, orada saydamlık uygun düştü.

O.K: “Farewell my homeland” ın ipek malzemesi?

İ.D: Orada ölümü yakından görmüş, süreci yaşamış insanların fotoğrafları onlar. O şiddeti zarif ve tüy gibi bir bezin üzerine bastım. Çok değerli anılar gibi,  saklamak için. “Lovebook”ta ibret olacak bir şeyin kalıcılığı için, unutulmaması gerektiği için çelik kullandım. Deprem, yangın, felaket bile olsa çelik daha zor deforme olur, özellikle onu düşünerek yaptım. . “What is a Turk?”te batılıların getirdiği tanımlamalarla kartpostalları turistlere yönelik olarak tasarladım.

O.K: Batıya yönelik bir iş mi “What is a Turk?” ?

İ.D: Turistik çağrışımlı, çünkü orada Türkleri tanımlayan sözler tamamıyla batılıların sözleri, onları turistik formatta kullanmak uygun düştü.

O.K: Bunu başka bir ülkede sergilemekle Türkiye’de sergilemek arasında bazı farklılıklar olsa gerek?

İ.D: Aynı şey, Türkler de kendileriyle ilgili ne dendiğini, ne düşünüldüğünü biliyorlar. Bunlar bir takım gerçekler. Batılılar kendi söylediklerini okudukları zaman bir miktar utanç duyuyorlar. Adamlar gerçekten utanıyor ve sarsılıyorlar. Türklere gösterdiğim zaman bazıları hiç duymamış böyle şeyleri, şaşırıyorlar. Kimileri de kızıyor, zannediyorlar ki onları ben uydurdum. Oysa ki bunlar tamamen kitaplardan çıkma şeyler ve bizim de bilmemizde yarar var. Bundan sonra aslında böyle bir çalışmanın devamında Türklerin başkaları hakkında düşündükleri yapılmalı, Türklerin de ön yargıları var. Bir gün umarım yaparım.