Akbank 19. Caz Festivali'nden 4 Konser



Yazı: Fatih Yiğit
Fotoğraflar: Burcu Orhon

Akbank 19. Caz Festivali'nin açılış konseri Yunanlı piyanist Vassilis Tsabropoulos’un Ayairini' de ki muhteşem müzik ziyafetiyle başladı. Konser başlangıcından sonuna kadar çok samimi ve içtendi. Vassilis kasik müzik bilgisini Akdeniz sıcaklığı ile Caz’ın geniş armonikası içerisinde ele alarak seyirciyi hafızalardan kolay kolay silinmiyecek bir gece yaşattı. Bir izleyici olarak konseri izlerken İstanbul gibi metropol bir kentin getirmiş olduğu kargaşa ve stres’den uzaklaşıp Vassilis’in piyanosundan dökülen melodilerle müziğin huzurunu yaşadım.


Kuzey cazının en önemli elektro caz gitaristi büyük usta Terje Rypdal 16 Ekim Cuma akşamı, izleyicileri müziğin uçlarında elektro gitarıyla derin bir yolculuğa çıkardı. Sağlık problemlerinden dolayı konser boyunca birkaç aksilik yaşasa da ustalığını kullanarak seyirciye fark ettirmeden konsere devam edebildi. Konser boyunca belki de elektro gitardan daha önce hiç duymadığım sesleri duydum. Usta solo atarken bazen David Gilmour solo atarmış gibi hissettim kendimi. Bir bakıma Rock müziğinin kuzeyin soğukluğunda yoğrulup cazın içinde ince ince işlenmesini keyif alarak izleme olağnana sahip oldum.


23 Ekim Cuma günü izleyen herkes gibi bende Joe Lovano ve ekibinden oldukça memnun ayrıldım. Gerek Joe Lovano’nun gerek gruptaki diğer müzisyenlerin ayrı ayrı viritöüzlükleri konsere ayrı bir hava kattı. Joe lovano seyirciyle kurduğu sıcak temasta herkesi çok mutlu etti. Her şarkıda ayrı bir heyacan ayrı bir keyif duydum. Bascı Esperanza Spalding konser boyunca yaptığı doğaçlamalarla şimdiden gelecekte caz müziği için vazgeçilmecek bir sanatçı olduğunu kanıtladı. İki davulcu Francisco Mela ve Otis Brown konser boyunca yaptıkları solo ve ataklarla davulun caz müziği içerisindeki önemini bir kez daha anlamamıza neden oldular. Konser boyunca belki de en sesiz kalan enstürüman piyano gibi gözükse de piyanist James Weidman yerinde göstermiş olduğu küçük sololarla yüreğimize işlemeyi başardı. Joe Laovano ve ekibi konser sonunda ayakta alkışlandı, bis parçasınıysa John Coltrane’den seçmesi izleyici için büyük bir jest oldu. Akbank 19. Caz Festivalinin bu konseri izlediğim bunca konser içinde özel bir yere sahip oldu.

Akbank19. Caz festivalinin en renkli konuklarından bir tanesi de doğunun incisi Niyaz grubuydu. Yalnız bir eleştiriyi hemen söylemem gerekir ki, konser mekanı Ghetto, Niyaz grubuna yakışmamıştı. Hint ve Arap ezgilerini elektironik müzikle harmanlayıp üzerine Azam Ali’nin büyelici sesi o mistik ortamı konserin her anında yaşatmaları ayrı bir keyif oldu. Grupdaki sanatçıların alçak gönüllülüğü Azam Ali’nin seyirciyle kurduğu iletişim yaşanmaya değerdi. Sonuçta müzik dili, dini ırkı ne olursa olsun insanların bir araya gelip kaynaşmalarını sağlayan önemli bir etken olduğunu bir kez daha gösterdi. Konser sırasında şöyle bir etrafıma baktım ve gerçekten her ülkeden her kesimden insanlar fark ettim. Hepsi de halinden memnun müziğin rahatlatıcı melodilerine kendilerini bırakmışlar tüm karmaşıklıklardan uzaklaşıp rahatlamışlardı...


Akbank 19. Caz festivalinde emeği geçen tüm görevli arkadaşlara bizlere müziğin değişik renklerini sundukları için yürekten teşekkür ederim. Başarılarının her daim sürmesini dilerim nice festivallere dileğiyle...

Akbank 19. Caz Festivali'nden 4 Konser



Yazı: Fatih Yiğit
Fotoğraflar: Burcu Orhon

Akbank 19. Caz Festivali'nin açılış konseri Yunanlı piyanist Vassilis Tsabropoulos’un Ayairini' de ki muhteşem müzik ziyafetiyle başladı. Konser başlangıcından sonuna kadar çok samimi ve içtendi. Vassilis kasik müzik bilgisini Akdeniz sıcaklığı ile Caz’ın geniş armonikası içerisinde ele alarak seyirciyi hafızalardan kolay kolay silinmiyecek bir gece yaşattı. Bir izleyici olarak konseri izlerken İstanbul gibi metropol bir kentin getirmiş olduğu kargaşa ve stres’den uzaklaşıp Vassilis’in piyanosundan dökülen melodilerle müziğin huzurunu yaşadım.


Kuzey cazının en önemli elektro caz gitaristi büyük usta Terje Rypdal 16 Ekim Cuma akşamı, izleyicileri müziğin uçlarında elektro gitarıyla derin bir yolculuğa çıkardı. Sağlık problemlerinden dolayı konser boyunca birkaç aksilik yaşasa da ustalığını kullanarak seyirciye fark ettirmeden konsere devam edebildi. Konser boyunca belki de elektro gitardan daha önce hiç duymadığım sesleri duydum. Usta solo atarken bazen David Gilmour solo atarmış gibi hissettim kendimi. Bir bakıma Rock müziğinin kuzeyin soğukluğunda yoğrulup cazın içinde ince ince işlenmesini keyif alarak izleme olağnana sahip oldum.


23 Ekim Cuma günü izleyen herkes gibi bende Joe Lovano ve ekibinden oldukça memnun ayrıldım. Gerek Joe Lovano’nun gerek gruptaki diğer müzisyenlerin ayrı ayrı viritöüzlükleri konsere ayrı bir hava kattı. Joe lovano seyirciyle kurduğu sıcak temasta herkesi çok mutlu etti. Her şarkıda ayrı bir heyacan ayrı bir keyif duydum. Bascı Esperanza Spalding konser boyunca yaptığı doğaçlamalarla şimdiden gelecekte caz müziği için vazgeçilmecek bir sanatçı olduğunu kanıtladı. İki davulcu Francisco Mela ve Otis Brown konser boyunca yaptıkları solo ve ataklarla davulun caz müziği içerisindeki önemini bir kez daha anlamamıza neden oldular. Konser boyunca belki de en sesiz kalan enstürüman piyano gibi gözükse de piyanist James Weidman yerinde göstermiş olduğu küçük sololarla yüreğimize işlemeyi başardı. Joe Laovano ve ekibi konser sonunda ayakta alkışlandı, bis parçasınıysa John Coltrane’den seçmesi izleyici için büyük bir jest oldu. Akbank 19. Caz Festivalinin bu konseri izlediğim bunca konser içinde özel bir yere sahip oldu.

Akbank19. Caz festivalinin en renkli konuklarından bir tanesi de doğunun incisi Niyaz grubuydu. Yalnız bir eleştiriyi hemen söylemem gerekir ki, konser mekanı Ghetto, Niyaz grubuna yakışmamıştı. Hint ve Arap ezgilerini elektironik müzikle harmanlayıp üzerine Azam Ali’nin büyelici sesi o mistik ortamı konserin her anında yaşatmaları ayrı bir keyif oldu. Grupdaki sanatçıların alçak gönüllülüğü Azam Ali’nin seyirciyle kurduğu iletişim yaşanmaya değerdi. Sonuçta müzik dili, dini ırkı ne olursa olsun insanların bir araya gelip kaynaşmalarını sağlayan önemli bir etken olduğunu bir kez daha gösterdi. Konser sırasında şöyle bir etrafıma baktım ve gerçekten her ülkeden her kesimden insanlar fark ettim. Hepsi de halinden memnun müziğin rahatlatıcı melodilerine kendilerini bırakmışlar tüm karmaşıklıklardan uzaklaşıp rahatlamışlardı...


Akbank 19. Caz festivalinde emeği geçen tüm görevli arkadaşlara bizlere müziğin değişik renklerini sundukları için yürekten teşekkür ederim. Başarılarının her daim sürmesini dilerim nice festivallere dileğiyle...

Piyanosunda Zamansız ve Mekansız Öyküler Anlatan Bir Piyanist: Vassilis Tsabropoulos


Sami Kısaoğlu



Geride bıraktığımız son yedi yılda olduğu üzere bu yılda festival açılış mekanı olarak Aya İrini Müzesi’ni kendisine mekan seçen Akbank Caz Festivali belki de tarihinde ilk kez bu mekanın aurasıyla müziği böylesine güzel bir şekilde örtüşen bir sanatçı ile başlıyor festivale. Aynı zamanda Akbank 19. Caz Festivalinin en renkli bölümlerinden birini oluşturan dünyanın dört bir yanından dünyanın cazı konserleri serisinin bu seneki ilk performansı olan açılış konserinin konuğu Ege denizinin hemen öte yakasından olan bir isim. Sözünü ettiğimiz isim Bizans ilahilerini yorumlamış olduğu Akroasis (2003) albümü ile dünya çapında ses getiren melodi sihirbazı Yunanlı piyanist Vassilis Tsabropoulos’dan başkası değil.

Vassilis Tsabropoulos’un ülkemizde tanınması her ne kadar ECM için kaydetmiş olduğu albümlerle olsada uluslararası arenadaki ilk çıkışını klasik müzik piyanisti olarak yapmıştı. Özellikle geç ondozuncu yüzyıl ve erken yirminci yüzyıl Rus repertuarı bestecileri olan Rachmaninov, Prokoviev ve Scriabin repertuarında usta bir piyanist olan Tsabropoulos bugün tüm dünyada çift yönlü bir piyanist olarak tanınıyor. Bir tarafta asıl ününü borçlu olduğu ve kendisini tüm dünyaya tanıtan ECM kayıtlarındaki renk cambazı besteci – piyanist diğer tarafta ise Mozart’dan Bach’a Beethoven’dan Rachmaninov’a konçertolar, sonatlar seslendiren bir piyanist. Biz 15 Ekim Perşembe akşamı İstanbul’da bu piyanistlerden ikincisini izliyor olacağız.

Caz piyanisti Chick Corea’nın da teşvikiyle kendine özgü bir doğaçlama dili geliştiren sanatçı bir yandan özünü kaybetmeden geleneksel folklörüne ve kültürel köklerine sadık kalmayı başaran bir piyanist portresi çizerken bir yandan da doğaçlamanın sınırlarında dolaşan bir piyanist olmayı başarır. Tsabropoulos’un müziğini birkaç cümle ile tanımlayacak olursak, sözünü etmemiz gereken en temel üç özellik güçlü bir lirizm duygusu, her notanın altında kendini görünür kılan gizemli sesler sarmalı ve birbirini tekrar eden inanılmaz melodik pasajlardır. Tsabropoulos’un müziği büyük ölçüde zamansız ve coğrafyasız bir müziktir. Tam olarak hangi zaman ve hangi coğrafyaya ait olduğu öngörülemeyen hüzünlü bir müzik.

Sanatçıyı daha yakından tanımak için kompozitör kimliğine ek olarak 2000’den günümüze ECM için kaydetmiş olduğu 6 albüme kısaca değinmek yararlı olur. Başlangıçta da belirtiğimiz gibi Akroasis albümü Tsabropoulos’un kariyerinde büyük ölçüde bir dönüm noktasıdır. Bizans ilahilerini kendine özgü doğaçlama diliyle yeniden yaratmış olduğu çalışma o dönemin en önemli müzikal keşiflerinden biri olarak değerlendirilir. The Independent’dan Andrew Clarke albümü “Gözalıcı ve gizemli, tıpkı eski zamanlardan kalma parıldayan mozaikler gibi” yorumu ile selamlarken albüm zamanla dünya çapında kendi türünde çok satan bir çalışmaya dönüşür.

Tsabropoulos solo çalışmaları Akroasis ve The Promise’in (2009) yanısıra kontrabas ustası Arild Andersen ve Amerikalı çok yönlü perküsyonist John Marshall ile birlikte kaydettikleri Achirana (2000) ve The Triangle (2004) albümleri de onun ne kadar usta bir piyanist olduğunun kanıtı gibidir. Özellikle Achirana albümündeki minimal ve duygusal müzikalitesiyle müzikte notalardan, teknik cambazlıklardan ve türlü ses oyunlarından daha önemli olan bir şey varsa o da müziktir mesajını veren sanatçı bu kayıdıyla da son derece olumlu eleştiriler almıştı. Tsabropoulos’un Alman çellist Anja Lechner ile birlikte kaydetmiş oldukları Chants, Hymns and Dances (2004) ve Melos (2008) isimli çalışmalarda müzikal anlamda çok farklı bir kimyanın ürünüdür. İki klasik müzik kökenli müzisyenin farklı sulara yelken açtıkları çalışmalar olarak da dikkat çeken albümler Tsabropoulos’un bir besteci olarak öne çıktığı albümler olmanın yanısıra 1980’lerde Keith Jarret’ında eserlerini yorumlamış olduğu Ermeni filozof – besteci G. I. Gurdjieff’in müziğini keşfettikleri çalışmalar olarak dikkat çeker…

Edebiyatçılar arasında dillere pelesenk olmuş bir söz vardır: “iyi öykücü, akıp giden zamanın ritmine onu durdurmadan kalemini uydurandır” diye. İşte bu sözden hareketle diyebiliriz ki Tsabropoulos’da usta bir öykücüdür. Ama onun öyküleri yazıya dair değil sese ve notalara dairdir. Piyanosuyla bir anda Bizans’dan Anadolu’ya oradan da cazın karmaşık armonilerine uzanı verir. Tüm bunları yaparken dinleyeni yüzyılllar öncesinin melodilerinde bir gezintiye çıkaran Tsabropoulos tıpkı usta bir öykücü misali piyanosunda kurduğu her cümlenin, her anın hakkını verir. Tsabropoulos müziğinde çaldığı notalar kadar çalmadığı notalarda anlam kazanır.

Piyanosunda Zamansız ve Mekansız Öyküler Anlatan Bir Piyanist: Vassilis Tsabropoulos


Sami Kısaoğlu



Geride bıraktığımız son yedi yılda olduğu üzere bu yılda festival açılış mekanı olarak Aya İrini Müzesi’ni kendisine mekan seçen Akbank Caz Festivali belki de tarihinde ilk kez bu mekanın aurasıyla müziği böylesine güzel bir şekilde örtüşen bir sanatçı ile başlıyor festivale. Aynı zamanda Akbank 19. Caz Festivalinin en renkli bölümlerinden birini oluşturan dünyanın dört bir yanından dünyanın cazı konserleri serisinin bu seneki ilk performansı olan açılış konserinin konuğu Ege denizinin hemen öte yakasından olan bir isim. Sözünü ettiğimiz isim Bizans ilahilerini yorumlamış olduğu Akroasis (2003) albümü ile dünya çapında ses getiren melodi sihirbazı Yunanlı piyanist Vassilis Tsabropoulos’dan başkası değil.

Vassilis Tsabropoulos’un ülkemizde tanınması her ne kadar ECM için kaydetmiş olduğu albümlerle olsada uluslararası arenadaki ilk çıkışını klasik müzik piyanisti olarak yapmıştı. Özellikle geç ondozuncu yüzyıl ve erken yirminci yüzyıl Rus repertuarı bestecileri olan Rachmaninov, Prokoviev ve Scriabin repertuarında usta bir piyanist olan Tsabropoulos bugün tüm dünyada çift yönlü bir piyanist olarak tanınıyor. Bir tarafta asıl ününü borçlu olduğu ve kendisini tüm dünyaya tanıtan ECM kayıtlarındaki renk cambazı besteci – piyanist diğer tarafta ise Mozart’dan Bach’a Beethoven’dan Rachmaninov’a konçertolar, sonatlar seslendiren bir piyanist. Biz 15 Ekim Perşembe akşamı İstanbul’da bu piyanistlerden ikincisini izliyor olacağız.

Caz piyanisti Chick Corea’nın da teşvikiyle kendine özgü bir doğaçlama dili geliştiren sanatçı bir yandan özünü kaybetmeden geleneksel folklörüne ve kültürel köklerine sadık kalmayı başaran bir piyanist portresi çizerken bir yandan da doğaçlamanın sınırlarında dolaşan bir piyanist olmayı başarır. Tsabropoulos’un müziğini birkaç cümle ile tanımlayacak olursak, sözünü etmemiz gereken en temel üç özellik güçlü bir lirizm duygusu, her notanın altında kendini görünür kılan gizemli sesler sarmalı ve birbirini tekrar eden inanılmaz melodik pasajlardır. Tsabropoulos’un müziği büyük ölçüde zamansız ve coğrafyasız bir müziktir. Tam olarak hangi zaman ve hangi coğrafyaya ait olduğu öngörülemeyen hüzünlü bir müzik.

Sanatçıyı daha yakından tanımak için kompozitör kimliğine ek olarak 2000’den günümüze ECM için kaydetmiş olduğu 6 albüme kısaca değinmek yararlı olur. Başlangıçta da belirtiğimiz gibi Akroasis albümü Tsabropoulos’un kariyerinde büyük ölçüde bir dönüm noktasıdır. Bizans ilahilerini kendine özgü doğaçlama diliyle yeniden yaratmış olduğu çalışma o dönemin en önemli müzikal keşiflerinden biri olarak değerlendirilir. The Independent’dan Andrew Clarke albümü “Gözalıcı ve gizemli, tıpkı eski zamanlardan kalma parıldayan mozaikler gibi” yorumu ile selamlarken albüm zamanla dünya çapında kendi türünde çok satan bir çalışmaya dönüşür.

Tsabropoulos solo çalışmaları Akroasis ve The Promise’in (2009) yanısıra kontrabas ustası Arild Andersen ve Amerikalı çok yönlü perküsyonist John Marshall ile birlikte kaydettikleri Achirana (2000) ve The Triangle (2004) albümleri de onun ne kadar usta bir piyanist olduğunun kanıtı gibidir. Özellikle Achirana albümündeki minimal ve duygusal müzikalitesiyle müzikte notalardan, teknik cambazlıklardan ve türlü ses oyunlarından daha önemli olan bir şey varsa o da müziktir mesajını veren sanatçı bu kayıdıyla da son derece olumlu eleştiriler almıştı. Tsabropoulos’un Alman çellist Anja Lechner ile birlikte kaydetmiş oldukları Chants, Hymns and Dances (2004) ve Melos (2008) isimli çalışmalarda müzikal anlamda çok farklı bir kimyanın ürünüdür. İki klasik müzik kökenli müzisyenin farklı sulara yelken açtıkları çalışmalar olarak da dikkat çeken albümler Tsabropoulos’un bir besteci olarak öne çıktığı albümler olmanın yanısıra 1980’lerde Keith Jarret’ında eserlerini yorumlamış olduğu Ermeni filozof – besteci G. I. Gurdjieff’in müziğini keşfettikleri çalışmalar olarak dikkat çeker…

Edebiyatçılar arasında dillere pelesenk olmuş bir söz vardır: “iyi öykücü, akıp giden zamanın ritmine onu durdurmadan kalemini uydurandır” diye. İşte bu sözden hareketle diyebiliriz ki Tsabropoulos’da usta bir öykücüdür. Ama onun öyküleri yazıya dair değil sese ve notalara dairdir. Piyanosuyla bir anda Bizans’dan Anadolu’ya oradan da cazın karmaşık armonilerine uzanı verir. Tüm bunları yaparken dinleyeni yüzyılllar öncesinin melodilerinde bir gezintiye çıkaran Tsabropoulos tıpkı usta bir öykücü misali piyanosunda kurduğu her cümlenin, her anın hakkını verir. Tsabropoulos müziğinde çaldığı notalar kadar çalmadığı notalarda anlam kazanır.