Caz müziği doğası gereği özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana çok yönlü ve çok odaklı bir müzik ola gelmiştir. Bu çok yönlülük içinde çok az müzisyen John Surman kadar engin bir hayal gücüne sahip olmuş ve birbirlerinden farklı sesleri bir araya getirerek kendi sesinin bir parçası kılmıştır. Bir röportajında “kulaklarım büyük ölçüde Mingus, Shepp, Ornette, Rollins ve Coltrane’in yaptıklarına odaklanmıştı” diyen Surman ilerleyen yıllarda yaşlı kıtanın müzikal topografyası ve tarih çizgisinde ileri ve geri giderek birçok müzik türünü keşfetme fırsatı buldu. Surman 1970’li ve 80’li yıllar boyunca olabildiğine çok boyutlu ve katmanlı bir müzikal gelişim gösterdi. Ada Avrupası ve İskandinav halk müziklerine karşı olan ilgisi, ortaçağ’dan rönesansa uzanan zaman diliminde yazılmış olan İngiliz kilise müziği eserleri ve minimal müziğin yenilenen akor dizileri Surman’ın müzikal dilinin oluşumuna yön veren etkenlerden sadece bazılarıdır.
Alman caz eleştirmeni Joachim-Ernst Berendt’in milyonlarca baskı yapmış Caz Kitabı Ragtime’dan Fusion ve Sonrasına isimli çalışmasında Surman ile ilgili olarak aşağıdaki satırlara yer veriyor: “Serbest üsluba eğilimli müzisyenler arasında 1960’lı yıllarda uluslararası planda tanınan sadece iki baritoncu vardı: Sun Ra Arkestra’nın üyesi Pat Patrick ve Avrupa’da İngiliz John Surman. Surman Japon eleştirmenlerce o zamanlar “yeni cazın en önemli baritoncusu” olarak nitelendirilmişti. Surman, 1970’li yılların başında soprano saksofona daha fazla önem verdi; ancak 1980’lerde yeniden baritona döndü. Çoşkulu glissandoları baş döndüren soundu ile bariton saksofonun hep çok dar kabul edilen tonal sınırlarını, tenor çalış tarzının tiz bölgelerine ve ötesine kadar genişletti; soundu üst perdelerde keskin ve soğukken, alt perdelerde yumuşak, sıcak ve dolgundu.”
Geride kalan son kırk yıla dönüp baktığımızda; Surman’ın caz tarihinin görmüş olduğu en cesur bariton saksofon müzisyenlerinden biri olduğunu görürüz. Artık altmışlı yaşlarının ortalarında olan bu İngiliz beyefendisi baritonun adeta o kükreyen sesine korkusuzca kendi müziğinde yeniden hayat verirken, bu enstrümanın solo yorumculuğuna dair tüm limitleri zorlar. Surman sadece baritonun ses skalasını genişletmekle kalmaz sanatçı her albümünde yeni bir maceraya girişir ve kendini her defasında bir adım öteye taşır. 1979’da ECM için kaydettiği ilk albümden bugüne her defasında farklı müzikal renkler yaratmayı başaran Surman şüphesiz bu firmanın katalogunda en fazla kaydı yer alan isimlerden biridir.
Surman’ın kariyerinin son on yıllık döneminde belirgin bir şekilde ön plana çıkan fikirlerden biri de müzisyenin yaylı çalgılar ile doğaçlama müziğin bir arada var olabileceği çalışmalara göstermiş olduğu ilgidir. İlk olarak on yıl önce Chris Laurence (kontrbas) ve Trans4mation yaylı dörtlüsü ile Coruscating albümünü gerçekleştiren Surman, bu ekip ile 2007 yılında birkez daha stüdyoya girerek The Spaces in Between albümünü kaydeder. Tamamı Surman’ın bestelerinden oluşan The Spaces in Between albümü her ne kadar yaylılar soundunun ön planda olduğu bir çalışma gibi gözükse de, her notasında Surman’ın İskandinav folklorüne olan ilgisini inceden inceye hissettirdiği bir çalışmadır. Yaylılar tarafında birkaç parçada armonik yapı olarak neredeyse klasik dönem akor kurulumlarına ve cümle yapılarına yer vermiş olan Surman özellikle bariton ve soprona saksofonlarda çaldığı sololarla bu klasik düzenin çok ötesinde geçer...
24 Eylül akşamı saat 20.30’da Chris Laurence ve Trans4mation topluluğunun üyeleri ile Aya İrini Müzesi’nde sahne alacak olan John Surman ağırlıklı olarak The Spaces in Between albümünden oluşan bir repertuarı seslendiriyor olacak.
0 yorum:
Yorum Gönder